YAŞAM ÖLÜMÜ HAKETMEKTİR!
İnsan pek çok şey için yaşar! Yemek, içmek, giyinmek, uyumak,
kariyer sahibi olmak, evlenmek, çocuk sahibi olmak, araba almak, ev almak;
şayet bunlar varsa da, daha iyisini almak, gezip tozmak ve arzu edilen pek çok
şeyi yapmak, yapabilmek.
İşte yaşamak; bu
tatların ve çeşitliliğin olduğu seçimler dizisidir der SİSTEM!
Şayet siz yaşama dair planlamalarınızda bunların peşinden
gitmiyorsanız, “YAŞAMAMAKTASINIZ!”ı düşündürür.
Hem de bunu sizin
rızanızla yaparken en çürük halkanız olan “Sahip olma/Mülkiyet” duyunuz üzerinden
içeriye sızar. Size karşı; güven, güvence, rahatlık, konfor, zevk, eğlence,
aşk, sevgi, güç, para, zirve gibi kelimeleri kullanarak onun kucağına koşmanızı
sağlar. Ava giderken avlandığınızın farkında bile olamayabilirsiniz. Sizin en
güzel şeylere layık olduğunuzu söylerken, onun için ne kadar önemli ve kıymetli
olduğunuzu hissetmenizi sağlar. Ancak unutmayalım ki, “Şeytan hep en güzel
görüntüsüyle gelir.” Bu güzelliğin büyüsüyle ulaşmak istediğiniz hayallerinize götürülürken,
vay başınıza gelenlere! Oysa siz yaşamınızı daha güzel YAŞAMAK için yola
çıktınız. Bu başınıza gelenler de neyin nesi, neden böyle oldu? Ama siz böyle
olsun istememiştiniz ki!
Yaşamak adına gündüz takılan maskeler uyumak için
çıkarıldığında, verilen her türlü tavizin sorguya çekilmesi durumunda;
verilemeyen içsel hesaplar, içeriden gelen uyarılar, bir türlü susmayan çelişki
ve boğuşmaların ardından yorgun ve bitkin bir uyanış. Henüz güne başlarken bile
karışık bir zihin, cevaplanmamış sorular, çelişkiler eşliğinde atılacak adımlar
ve seçimler. Bu kadarıyla da bitmeyen, maruz kaldığınız ya da bıraktığınız her
türlü taciz, söylenen yalanlar, hileler, ihanet, şiddet, tehdit, kısaca sonuca
ulaşmak için göze alınan her şey..Ve karşılığında uğruna kaybedilen insânî ve
onursal değerler.
Peki, bütün bunların,
insan üzerinde neden olduğu kayıpları kim telefi edecek? Acaba ardından koştuğumuz ve uğruna her şeyi
göze aldığımız YAŞAMAK gerçekte bu mudur?
Bir Zen Ustası der
ki; “Yaşam; ölümü hak etmektir!” O halde ölmeyi hak edecek ne yaptık? Yaşama
nasıl bir anlam yükledik? Bu anlamın ne kadarını “KENDİ” içsel değerlerimizle ilişkilendirerek
sergiledik? Kendi yaşamımız ve etrafımızdakilerin yaşamlarına nasıl bir anlam
yükledik? Geriye dönüp baktığımızda; acabalar, galibalar, keşkeler ve pişmanlık
içeren duygulara ne kadar sebep olup meydan verdik. Lütfen kendimizi
kandırmayalım! Her şey gün gibi aşikâr ortada ve öylece durmaktadır. “Yaşamak
“adını koyduğumuz canavar ağzını açmış ve bir an evvel insanları ve insanlığı
yutmak için orada beklemektedir.
“Yiğit ölür, namı kalır.” ifadesinden yola çıkarak, belki de
“YAŞAMAK”; sizden geriye kalan
“söylettirebildiklerinizden” ibarettir.
Şimdi bir an için, tüm edinilmiş mülklerden ve kimliklerden
sıyrılıp, çırılçıplak olalım; halen YAŞIYOR olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Ya
da: Yaşamak adına ölümüne seyirci kaldığımız değerlerin yıkıntısı arasında
yaşayabilecek miyiz?
Bütün bunların sonucunda halen bir çıkış yolu arama ihtiyacı
duyuyorsak; bugüne kadar yaptıklarımızı rafa kaldırıp, yapmadıklarımızı yaparak
bir başlangıç oluşturabiliriz. Zira zehir, uygun bir oranda kullanıldığında,
panzehir olarak yaşam kurtarır.
17 Şubat 2012
Nimet Erenler Gülkökü
nimet.erenler@hotmail.com