11 Nisan 2015 Cumartesi

ZAMANDA YOLCULUK MÜMKÜN MÜ?
Haber2e için Ebru Eğinlioğlu'un sorularını cevapladım..


Zamanda Yolculuk MümkünBilinç, şuur, ruh, beden yani spirtüalizm. Yıllarca insan bedenini kullanmaya başladıktan sonra varoluşun sırları içinde bir gizem olarak  kalmaya devam etti. Ünlü filozof Sokrates varoluşun bu gizemini; ‘’ Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir’’ sözü ile ifade etmiştir. 
Ama gerek dünya üzerinde var olmuş dinler ve felsefeler, insanın bu konudaki bitmez tükenmez açlığına, tamamen çare olamamıştır. İnsan hep merak etmeye devam etmiştir. Ve bu arayış belki de O’nu bulana kadar devam edecektir. Değerli dostum, spirtüalist, yazar sevgili Nimet Erenler Gülkökü ile kadim bilgilere ve onun süzgecinden süzülenlere dair keyifli bir sohbet yaptık. Beğenmeniz ümidi ile sevgilerimle....
1- Bilinci nasıl tanımlıyorsunuz, spiritüel yolculukta bilinç neden önemlidir? Yani bilinç olmadan spiritüel yolculuk olamaz mı?
Spiritüel yolculuğa bir tür ruhsal yolculuk da diyebiliriz. Evrensel bilince göre düşünürsek; özne ve nesne ilişkisinde, özneye ait olan bilginin evrene ait olanla etkileşime geçmesi ve gelişerek açığa çıkması gereken süreç olarak değerlendirebiliriz. Bu sürecin bütünü bir yolculuktur. Gerek madde, gerekse mana bir araya geldiklerinde başka bir anlama bürünürler. İçinde maddenin de mananın da olduğu başka bir kavrayış bilincine taşınırlar. Dolayısıyla bilinç olmadan spirütüel yolculuk sağlıklı ilerleyemez. Çünkü ruhsal olan ne kadar güçlü olursa olsun bunu bilince taşıyamazsak pek kıymeti olmaz. Onu değerli ve farkındalıklı kılan, bilince taşınabilmesidir.   




2- Bilinç ve şuur aynı şey mi? 
Bilinç; bizim dünyasal kodlarımıza ait, edindiğimiz tüm bilgilerin toplandığı büyük bir şifreler deposudur. DNA üzerinden milyonlarca yılda oluşan evrimsel kodlarımızdır. İçinde vücut fonksiyonlarımızı yerine getiren ve bizim devamlılığımızı sağlayan kodlar olmakla birlikte, duygularımızın ve düşüncelerimizin, deneyimlerimizin ve bilgilerimizin kodları da mevcuttur. Örneğin arketipler olarak adlandırılan atalarımıza ait kodlarımızın karakterimiz üzerinde önemli bir etkisi bulunmaktadır. Şuur ise bilince ruh veren ayrı bir unsurdur. Dolayısıyla bilinç ve şuur aynı şey değildir.


3-Ruh mu bedeni yönetir, beden mi ruhu? 
Bu çok kritik bir soru. İşin doğasında ruhun bedene hâkim olması ve yönetmesi gerekir. Ancak dünyadaki maddesel yoğunluk ruhsal yönü arka plana atabilmektedir. Hatta onu yok sayarak varlığını sadece maddi beden üzerinden açıklamak isteyebilmektedir. Genellikle bunlar, içgüdülerine bağlı olan insanlardır. Eğer yaşam sizin için yalnızca maddi varlığınızı sürdürmek ise kesinlikle maddi beden sizi yönetiyordur. Varlığınızın anlamını edindiğiniz mal mülkle ifade ediyorsanız bütün ediniminiz madde üzerinedir. O zaman onu kaybettiğiniz an sizin için her şey sona erecektir. Mesele; bir gün onları kaybettiğinizde, size neyin geriye kaldığı sorusuna verebilecek cevaplarınızın olmasıdır. Belki de en büyük en kalıcı yeteneğiniz; aklınız, bilginiz ve bunu işletme becerisiyle elde edeceğiniz marifetinizdir. İşte bu ruhun bedeni yönetmesinin sonucunda varabilecek bir yoldur. “Akıl ve sezgi” tandanslı düşünen insanlar veya “düşünmeyi düşünen” insanlarda ruhun bedeni yönetmesi daha kolay kendini belli etmektedir. Şayet, elinizdeki madde bir amaç değil de bir araç olarak size hizmet ediyorsa, düşünüyor ve varlığınızın anlamını sorguluyorsanız, sınırlar koymuyorsanız gerçek bir yolcusunuzdur. Bunun spirütüel yolculukla olan bağlantısına gelince: 
Bu konuda bir Zen Ustası der ki, “Yolcu, sadece gidebilmek için gidene denir.”  Maddesel dünya bilinci ile evrensel bilinci anlamak mümkün. Bunu yapabilmek hem çok kolay hem de çok zordur. Mesela bazı kelimeler çeşitli anlamlara bürünerek hayatımızın içinde yer alırlar. Ölüm, yaşam, sevgi, nefret, iyi, kötü vb. gibi. Bu kelimelere yüklenen anlamlardan yola çıkarak sorgulayabilirsek aslında hiç de söylendikleri gibi olmadığını görürüz. Yani sevgi insan için gösterildiği gibi çok da önemli değildir. Kötü, gösterildiği gibi çok da kötü değildir. Çünkü hayat bize en büyük dersleri kötü üzerinden gösterir ve biz bu tür öğrenimleri hiçbir zaman unutmayız. Verdiğim bu örneklerin ruh mu bedeni, beden mi ruhu yönetir sorunuzla bir alakası olmadığı düşünülebilir. Oysa bu beden ve ruh ile çok ilişkilidir. Çünkü kelimeler de maddeseldir. Onu süzgeçten geçiren, enine ve boyuna düşünerek boyut katan zihindir. Ve zihin ruha aittir. Dolayısıyla zihin, “evrensel zihinle” irtibattadır. Bir başka değişle Yaratıcı, ruhla irtibattadır. 




4- Zamanda yolculuk mümkün mü? 
Eğer zihnin önemi kavranabilmişse, beş duyu ve öteki duyu merkezlerimiz işletilerek açık kapılar haline getirilmişse, zamanda yolculuk yapmak mümkün. Bunun için yapmanız gereken şey zihinsel disipline ulaşmaktır. Bu disiplin zamanınızı ve yıllarınızı alabilir. Eğer yılmadan yola devam ederseniz mutlaka zamanda yolculuğun ne olduğu bilinecektir. 

5- Sipirütüel yolculuk bir tür aydınlanma ise, insan bu aydınlanmanın ışığında evrenin dilini okuyabilir mi?
Sürekli yeni şeyler öğrenen bilinç, bildikleriyle bilmediklerinin cevaplarını bulabilir.  Öğrendiğimiz her bilgi zihnimizde karanlık bölgelerin aydınlanarak görünür hale gelmesi demektir. Zihninizi karanlıkta bir ev olarak düşünün, her odanızın ışığını yaktığınızda ortalık aydınlanır. Bütün odalarınızın ışığını yaktığınızda da eviniz aydınlanır. Zihnimizi de böyle düşünebiliriz. Sizin de dediğiniz gibi evrenin dilini okuyabilmemiz için kendimizde var olanı kullanmalıyız. Bunları kapıyı açabilecek anahtarlar olarak düşünebiliriz. Diğer bir değişle şifreler de diyebiliriz. Bizde olanı keşfettikçe onda olanı keşfedebiliriz! Bizde olanla onda olanı okuyabiliriz. Tıpkı Hacı Bektaş Veli’nin  “Her ne ararsan kendinde ara.” ifadesindeki gibi. Bazen hiçbir şey yapmadan zihni delta frekansına uyarlayarak evrenden bize akışı sağlayabiliriz.  Ve bu bilgiler, posta kutunuza düşen mailler gibidir. Eğer dili biliyorsanız ve posta kutusuna girebiliyorsanız mutlaka okuyabilecek sinizdir.  (9 Ekim 2014)

Nimet Erenler Gülkökü Kimdir?
Nimet Erenler Gülkökü 1965 Nazimiye doğumlu olup, Ocaklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Şaman gelenekleri olan babaannesi onun ilk eğitmenidir. Dünyaya geliş nedenini ve yaşamı hep sorgulamıştır.

İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde okuyan Nimet Erenler Gülkökü; "Yaşam aynı zamanda bir okuldur ve bu okulun diploması, yalnızca bırakılan izlerden ibarettir!" diye tanımlamaktadır. O nedenle, öğrenimine devam etmektedir.2002 yılında "Bir Zen Ustası"yla karşılaşması, bu öğreniminde oldukça önemlidir. Ne bildiğini bilen "Bir Zen Ustası" ile birlikte halen müşterek çalışmalarına devam ederken; kendini bilme yolculuğunda öğrendiklerini öğretmek, öğretirken de öğrenmek suretiyle bilginin paylaşımına aracılık etmektedir. Bu birikimini özellikle kaleme aldığı makalelerinde, kitaplarında, sözlü aktarımlarında görmek mümkündür.İlgili olduğu alanlar; ezoterizm, güzel sanatlar, edebiyat, felsefe, psikoloji, arkaik dönem tarihi, medeniyetler, sanat tarihi, sembolizm, teoloji ve mistisizmdir.İlk kitabı "Kur'an-ı Kerim'in Apocrypha'sı" 2010 tarihinde;ikinci kitabı "İnsanlığın Apocrypha'sı" ise 2012 tarihinde;"Ezoterizm'de Bilinç, Rüyalar ve Boyutlar" üzerine üçüncü kitabı olan "BİLİNÇTEKİ SIÇRAMALAR" adlı eseri de 2013 tarihinde yayınlanmıştır.Yazarın makaleleri, yazılı ve görsel medyada yayınlanmakta ve aynı zamanda yazar; televizyon ve radyo programlarına da konuk olarak katılmaktadır.


4 Nisan 2015 Cumartesi

YAA! İŞTE BÖYLE HAYAT…




Yaa, işte böyle hayat… Hiç bitmeyecek sanırsın, boş kullanırsın, hor kullanırsın, hoyrat kullanırsın; derken ömür gelir ve geçer.. Bazen de kabına sığmaz bir coşkuyla yaşama anlam katmak, hep bir şeyler üretmek, keşfetmek, fark etmek, anlamak, anlatmak, paylaşmak istersin.

Yapamadıkların ve yapmak istediklerin seninledir. Yaptıkların ise artık senin dışında ve her yerdedir, çünkü artık o olmuş, senden çıkmış ve senin dışına taşmıştır…

Son günlerde ardı ardına, başta Yaşar Kemal, Müzeyyen Senar, Erol Büyükburç, Kayahan gibi yazar ve sanatçıların her biri kendi alanlarında icra ettikleri sanatlarını geride bırakarak aramızdan ayrıldılar. Sesleri, sözleri, duyguları, birikimleri kimilerinde yazı üzerinden dile geldi, kimilerinde ise sesin tınısında ruh buldu.

Her birimizin hayatı nasıl da birbirine bağlı değil mi? Beraber yiyip içmemiş, aynı yerlerde yaşamamış olabiliriz, fakat dünya evinde büyük bir aile olduğumuzu düşünmekten de kendimi alamıyorum. Nasıl, ne zaman, nerede bir bağ kurduğumuzun farkında bile olmadan bağlanıyoruz birbirimize. Beklemediğimiz, hazır olmadığımız bir anda kayıp gittiğinde boşluğa düşüveriyoruz. Artık o yok diyoruz, sanki biz hep var olacakmışız gibi!

Yaşamımıza duygu dünyası üzerinden giren insanları unutamıyoruz. Onlardan geriye kalan anlar canlanıveriyor zihnimizde. Öyle ki, belki de o ana kadar hiç fark etmediğimiz biçimde. Onlarla kendimizi özdeşleştiriyoruz. Belki de bizim kelimelere dökemediğimiz duygularımıza tercüman oldukları için onları önemsiyoruz. Bazen de onları önemseyerek kendimizi önemsemeyi duyumsuyoruz. Onlarla hayatın anlamını bulmaya koyuluyoruz. Bir ışık, bir yol arıyoruz. Derinlerde bir yerlerde keşfedemediğimiz yeteneklerimizi onlar üzerinden tamamlama ihtiyacı duyuyoruz belki de..

Elbette bunları önemsemek, feyiz almak oldukça insanî bir yöndür. Ancak her çiçek gibi her insanın da farklı yönleri olduğunu, farklı açabildiğini, farklı bir deseni olduğunu ve farklı koktuğunu unutmamak gerekir. Aslında biz onları var ederken onlar da bizimle var oluyorlar. Böylece bir bağ kuruyor, bağlanıyoruz. Bu çeşitlilik bizim gerçek hazinemizdir. Bu hazine çok mütevazı bir yaşamda da anlam bulabilir. Hatta bazen mütevazı yaşamlar büyük bir zenginlik de olabilir.

Yaşamın dualite gerçekliği her yerde ve her şeyde yer almaktadır: Birileri yazar birileri okur; birileri söylerken birileri dinler; birileri düşünürken birileri düşündürür; birileri hata yaparken birileri bu hatalardan ders alır; birileri gülerken birileri ağlar… Böylelikle varlığın kıymeti yoklukta, iyiliğin güzelliği de kötülükte anlam bulur. Yaşam her yönüyle doğar, büyür, olgunlaşır gelişir, çeşitlilik kazanır.

Hayat yalnızca ne yediğin, ne içtiğin, neyi giydiğin değildir. Hayat; neyi yaptığın, neyi yapamadığını sorgulamak, neden yaptığın ve yapamadığını anlama çabasıdır. Belki de hayat bir araçtır ve aslolan yaşama anlam katma eylemidir. Başta kendimiz için ne düşündük, neyi gerçekleştirdik sorusuna verebildiğimiz cevabı bilmektir. Bu anlamda Kayahan; hayattan ne beklediğini, neyi yaptığını ve yapabildiğini kanıtlayarak hayata anlam yüklemiş biri olarak aramızdan ayrılmayı başarmış bir sanatçıdır. Yaşamın tüm güçlüklerine göğüs gererek onlardan ilham almış, bunu bestelerine taşımış, mücadelenin ve kendine inanmanın ne demek olduğuna yaşayarak örnek olmuş bir sanatçıdır. Bir Yaşar Kemal, romanlarında, hayatı anlama çabasını kanıtlamış ve geride bıraktıklarıyla kendisini gerçekleştirmiş bir yazar olarak yaşama veda etmiş biridir. Onların hayatları bizim hayatlarımıza ses olmuş, söz olmuş, bizde anlam bulmuş ve bu birliktelik yaşanmış, paylaşılmıştır.

Son kez dinleyicisiyle buluşarak, bilinçli bir veda ayrıcalığını yaşayan Kayahan’a rahmet, tüm sevenlerine başsağlığı dilerim.

Eğer insan kendini bilmişse ölümü hak etmiştir.
Hayatı anlamak ve kendini gerçekleştirebilmek dileklerimle.

Yazar Nimet Erenler Gülkökü                                                                4.04.2015

3 Nisan 2015 Cuma

Eveet  son katıldığım "Yaşama Dair" programında Tülay Yanıkoğlu Yazıciı ile kadın kadına "kadını" konuştuk...Programın içinde bir de sürpriz konuğumuz oldu... İyi seyirler..

(Canlı yayın esnasında bir iki teknik sorun oldu bu nedenle izleyenlerden şimdiden özür dileriz)