20 Mart 2013 Çarşamba


Araştırmacı Yazar Nimet Erenler Gülkökü ile yeni kitabı İNSANLIĞIN APOCRYPHA’SI adlı eseri üzerine bir söyleşi..
TANRIYI TANIMAK İÇİN BİR ADIM DAHA ATMAK
Kadîm bir öğreti olan okültizm, doğa ve evren yasalarını kavrama bilgisini içerir. Pekiyi, tek Tanrı’lı dinlerin ortaya çıkmasının sebebi neydi?
Belirgin olarak Nuh ile başlatılan, İbrahim ile devam ettirilen ve günümüze dek gelen tek Tanrı kavramı, gerçekte insan bilincine katkı sağlayabildi mi? Yoksa bir tümdengelim yanılsamasına mı sebep oldu? Oysa bir bütünü kavramak, ancak parçaları bir araya getirmekle mümkün olabilecektir.
Pekiyi, bu tek Tanrı ve tanrılar kimdi? Şayet bir Yaratıcı’dan bahsediliyor ise onu kim bilebilir? O’na ancak yolculuk yapılabilir. Bu da kavrayışla mümkündür. O halde, Yaratıcı’yı ve Tanrı’yı ayırdetmek, ancak farkındalıkla mümkün olacaktır.
 
Araştırmacı Yazar Nimet Erenler Gülkökü’nü kısaca tanıyacak olursak;
 
Nimet Erenler Gülkökü 1965 Tunceli doğumludur. İlgili olduğu alan Ezoterizm'dir. Bu yoldaki birikimlerini bir eğitmen olarak aktarmakta ve öğretirken öğrenen, öğrenirken öğreten biri olarak yolculuğuna devam etmektedir.
2002 yılında "Bir Zen Ustası"yla karşılaşması, onun yaşam döngüsünün en önemli olgusu olmuştur. İlk kitabı olan "Kur'an-ı Kerim'in Apocrypha'sı" 2010 yılında; ikinci kitabı "İnsanlığın Apocrypha'sı" ise  Eylül 2012’de  yayınlanmıştır. Yazar bütün bu çalışmaların yanında, "Ezoterizm'de Rüyalar ve Boyutlar" adlı üçüncü kitabı üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.

Nimet Hanım, yeni kitabınız olan “İnsanlığın Apocrypha’sı” isimli eseriniz Eylül 2012’de kitabevlerinin raflarında yerini aldı ve ben de okuma fırsatı buldum. Kitabınızın, dinler tarihi üzerine bir inceleme olduğunu görmekteyiz, neden dinler?

 Sorunuz için teşekkürler. Dinler tarihi ve bunların izleri, insanlığın yaşamı üzerinde eksik çarpık, yanlış doğru her türlü olumlu olumsuz izleri taşımakta ve insan hayatını etkileyen çok önemli bir husustur. Biz farkında olsak da olmasak da seçimlerimizi bu etkilerin izleriyle yapmaktayız. Çünkü bu etkiler kolektif alt hafızamıza işlemiş durumdadır. Tarih, çok uzun bir süreçtir. Şayet bu tarihî süreçler hakkında yeterli bilgi donanımına sahip değilsek; neyi doğru, neyi eksik, neyi yanlış yaptığımızı da bilemeyiz. İşte ben “İnsanlığın Apocrypha’sı” adlı bu ikinci kitabımda dinleri, kaynağından yani kutsal kabul edilen metinlerden faydalanarak kaleme aldım. Tabii ki, yalnızca bu kaynaklarla sınırlı kalmayarak; Mitoloji, Teoloji, Arkeoloji, Sembol Dili, Tarih, Bilim ve en önemlisi de ezoterik çalışmalarımın bir sentezi doğrultusunda gerçekleştirdim. Aslında yola, dinler tarihi üzerine bir kitap yazmak için çıkmadım, ancak yolculuğum ve edindiğim birikim beni bu noktaya taşıdı.

Dinler tarihini kaynağından incelediğinizi ifade ettiniz; pekiyi, siz bu incelemelerinizde nereye vardınız?

Tarihin, süreç sürtünmesiyle deforme olduğunu, özünden uzaklaştırıldığını, mazrufun zarfa büründüğünü, maneviyatın maddeleştirildiğini, dolayısıyla kavrayışın pek çok noktada düşürüldüğünü söyleyebilirim.

Bir örnek verebilir misiniz?

Elbette. Mesela kurban ve sünnet geleneğinde; bize anlatılanlarla kutsal metinlerde yazılanlar karşılaştırıldığında bizim bildiğimiz gibi olmadığını gösteriyor. Zaten kitabın adını Apocrypha koymak istememizin nedeni de buradan kaynaklanmaktadır.

Apocrypha kelimesini biraz açabilir misiniz?

Apocrypha kelimesi Grekçe’den gelmektedir. Bu kelimenin ortaya çıkmasının asıl nedeni; milat öncesindeki yıllarda bazı kutsal metinlerin halktan uzaklaştırılarak gizlenmesiyle ilişkilidir. Birçok metinde yer alan önemli bilgilerin halktan gizlenmesi güçlü yöneticiler açısından gerekli(!) görülmüştür. Böylece dönemin kralları, din adamları ve yöneticilerinin otoriteleri sorgulanamayacak ve istediklerini istedikleri gibi yazma ve yönetme gücünü ellerinde tutabileceklerdir. İşte “Apocrypha” üstü örtülmüş, kapatılmış ve gizlenmiş anlamını buradan almaktadır. Bilgiyi ortadan kaldırmanın bir başka önemli tarihsel gerçekliği ise; İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılması ve beraberinde karanlık bir  çağa büyük bir adım atılmasıdır. Kendi döneminin bilgilerini içeren çok önemli bazı tomarlar Ölü Deniz kıyılarındaki mağaralarda gömülerek saklanmıştır. Bir çobanın tesadüfen keşfetmesiyle, yakın geçmişte yapılan Arkeolojik kazılar sayesinde, bu tomarlar ortaya çıkarılmıştır. Onlarca mağarada bulunan bu yazıtlar; İngiltere, Fransa ve İsrail müzelerinde sergilenmiş ve tarihi eser olarak koruma altına alınmıştır. İşte Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan kağıt-deri tomarlar, tabletler ve tarihî kalıntılar ve bunların deşifrasyonu, dinler tarihini anlamaya büyük katkı sağlamıştır.

Anlıyorum.. Nimet Hanım ilk kitabınız “Kur’an-ı Kerim’in Apocrypha’sı” ile ikinci kitabınız olan “İnsanlığın Apocrypha’sı” nın bağlantısı var mı? Var ise nasıl bir bağlantı kurdunuz?

 Kur’an, gerçekten içinde çok kadîm bir bilgi taşımaktadır. İlk kitabımda kozmik ve evrensel bilgiyi içeren ayetlerin daha açık anlaşılmasını amaçlamıştım. Burada ezoterik öğrenimimin, ayetleri anlamamda ve anlatmamda büyük bir katkısı olmuştur.  İşte bu çalışmamın ardından Kur’an-ı Kerim’de geçen pek çok peygamberin ve tarihsel olayların kökenine doğru gitmek istediğimde de karşıma Yahudi Halkı’nın kutsal kitabı olan TORA yazmaları çıktı. Tora; Musa’ya, Sina Dağ’ında, Yahudiler’in Tanrısı tarafından verilen öğretiyi ve Mısır’dan çıkarılan Yahudi Halkı’nın kırk yıl süren çöl yaşamını anlatmaktadır. Tabii ki, Tora’da da yaratılışa dair çok önemli ipuçlarına da rastlamaktayız. Tıpkı Sümer tabletlerindeki yaratılış öyküsünde olduğu gibi… Yani şu Tanrılar Meclisi’nde alınan kararla insanın yaratılması anlatısı! Bu noktada, yazdığım iki kitabın tamamını aktarmam mümkün değil, ancak her iki kitabımdaki önemli noktaları ve bağlantıları açıklamaktayım. Mesela, Yahudi Halkı ile Müslüman Halkı’nın orijinde kardeş olduklarını gördüm. İşte bu nedenle her iki halkın da sünnet olmalarının nedeni burada yatmaktadır. Ve yine Tanrı’nın, dünyanın krallığını Yahudi Halkı’na neden verdiğini ve Müslümanlarla yüzyıllardır süregelen bu husumetin nedenini de Tora metinlerinde görebilmekteyiz.

 Arka kapak yazısı,  kitabın ana fikrini çok iyi özetlemekte. Özellikle Tanrı ve Yaratıcı ayrımına dikkat çekmektesiniz, bu ayrımı yapabilmenin bilinçlere katkı sağlayacağını vurgulamaktasınız. Nedir bu? Tanrı ve Yaratıcı ayrı mı?

Evet, kitabımın arka kapağında; tanrıların da bizim gibi etten ve kemikten olduğunu, onların da tıpkı bizler gibi öfkelendiklerini, intikam aldıklarını, dilediklerini ödüllendirip dilediklerini cezalandırdıklarını görmekteyiz. Mitolojideki tanrılar da böyle anlatılmıyor mu? O zaman biz kime tapınıyoruz? Bir Tanrı’ya tapmak ile Yaratıcı bilinci birbirinden ayrı şeylerdir. Bu ayrımı yapabilecek kavrayışa ulaşabilirsek o zaman gerçek yolculuğumuza doğru yol alabiliriz. Elbette bu tanrıları da yabana atmamak gerekir. Tanrılar, bilimde ve teknolojide bizi yönetecek kadar ileri düzeydedirler. Ve en önemlisi onlar; insana, yaptıkları genetik müdahaleyle birdenbire Homo Sapiens Sapiens’e sıçrama yaptıran tanrılardır. Bilgili ve bilgedirler. İşte zamanla tanrılar da aralarında giderek farklılaşma göstermiş ve bunun içindir ki, tek Tanrı düşüncesine rağmen dinlerin tanrısı farklılaşmıştır. Sonuçta yeter ki biz onlara giderken Yaratıcı’ya gittiğimiz yanılgısına düşmeyelim. Benim ısrarla dikkat çekmek istediğim nokta burasıdır. Yaratıcı’ya dönmek ve bu dünyadaki sınavlarımızı vermek, tekâmül sürecimizin gereğidir. Ancak, tekâmül bir kavrayıştır. Kavrayış bilgiyle olur, teslimiyetle değil.

Kavrayış, bilgiyle olur dediniz. Bu bilgi nasıl olmalı ve nerelerden faydalanmalıyız?

Önce şartlanmalardan ve şekilden sıyrılmakla başlayabiliriz. Şahsen benim için bir insanın Müslüman veya Yahudi ya da Hıristiyan yahut başka bir inanca mensup olması hiç mi hiç önemli değildir. Benim için anlamlı olan İnsân’dır ve ruhta var olan Yaratıcı’ya ait olan bilgidir. Bu bilgi yine Yaratıcı’nın yansıması olan doğada ve evrendedir. Her yerde ve her şeyin içindedir. Yeter ki bilgiyle o perdeyi aralayabilelim. İşte ancak o zaman TEK’lik ile BÜTÜN’lük arasındaki farkı kavrayabiliriz.

Kitaplarınızdaki konulara dair bir hedef kitleniz var mıdır?

 
Bir kere bu iki kitabın altyapısı çok uzun yılları kapsamaktadır. Bu araştırmalarımın içinde okumak istediğim, fakat göze almaya pek cesaret edemediğim beş ciltlik Tora yazması vardı. Gerçekten de bu beş cildi okumak için bir neden arıyorsunuz. Bunun için ya araştırmacı ya da din adamıysanız göze alabiliyorsunuz. Ben bir araştırmacı yazar olarak her gün sekiz ila on saat okumayı göze alarak yaklaşık iki yıl üzerinde titizlikle çalışarak, okuyucuya zamanı tasarruf ettirdiğimi düşünüyorum. Bu anlamda “İnsanlığın Apocrypha’sı” adlı eser, diğer araştırmacılar için kaynakça niteliğindedir. Çünkü kitap tarihsel bütünlükle beraber, yalın anlatımıyla her kesimden okuyucuyu sürükleyebilmektedir. Bana göre bir yazarın sadeliği onun bilincindeki netlikten kaynaklanmaktadır. Zira ne kadar iyi anlamışsa o kadar net anlatabilecektir.

Kitabımda belirttiğim gibi, kendi yorumumu saklı tutarken, okuyucuya da düşünme serbestliği sunmaya özen gösterdim. Her şeye rağmen bir taraf soruluyorsa cevabım; bilginin kendisidir.
Bu röportaj derKi Spiritüel dergisinde 13 Kasım 2012 de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder