‘Rüyadan uyandığımızda, bir rüya olduğunun farkına varıp gerçeğe dönüyorsak; ruhun bedeni terk ettiği anda da ölüm gerçeğe dönüşüp yaşam sanallaşmış oluyor! Bir başka deyişle, artık öte aleme geçiş yapan ruh için bu dünya bir rüya, geçtiği öte alem gerçeği oluyor!’
Bilinçteki Sıçramalar
İnsan bilincini; akıl, bilgi, irade, düşünce, algılama, idrak, ilişkilendirme, kavrama ve anlam yetisini, işleyişi orantısına göre geliştiğinin tespitini yapan Yazar Nimet Erenler Gülkökü’ nün son kitabı ‘ Bilinçteki Sıçramalar’ varlığımızı sürdürme üzerine kurulmuş içgüdülerimizi ve beynimizin kavrayışlarının sınırlarını zorlayarak; insanlık tarihi kadar eski kolektif alt hafızamıza kazınmış arketipler ile bilmenin kapılarını okuyucusuna aralamaktadır.
‘ Belki de ölümsüzlüğün sırrı zaman boyutunu kavramada yatmaktadır. Soyut ve somut arasında geçişi sağlayan zaman, sonlu sonsuzun içinde bir boyuttur.’ ( Bilinçteki Sıçramalar- s: 212)
Bilinçteki Sıçramalar kitabını okuduktan sonra, salt zihnimi kurcalayan soruların yanıtlarını merak ettiğimden yazar ile yapılan bu söyleşi ortaya çıkmıştır. Kitap bittiğinde, rüyalarımızın yorumlarının tek boyutluluktan daha çok anlam ifade ettiğinin idrakine varabiliyoruz. Zira, kitabın 250. sayfasında yıllarca ne anlama geldiğini çözemediğim bir rüyamı, yazar farklı bakış açısı ile yorumlayarak, bilmenin ve görmenin farklı bir boyut olduğunu da bana göstermiştir.
Yazar Nimet Erenler Gülkökü, Kur’ an- ı Kerim’ in Apocryphası isimli kitabında da bilinen ve bilinmeyen gerçeklik üzerine değinmiştir: ‘ Bilineni gerçeklik olarak kabul edersek, bilinmeyen sanal gerçekliğimizdir. Kısacası biri diğeridir, iç içedir ve bir bütündür. Parçalayarak bakmak yerine, birbirinden ayırmadan ve farklı boyutlar arasındaki bağlantıyı ilişkilendirerek, gerçek ve sanal diye bir ayrımın aslında olmadığını da görmek mümkün olacaktır.’ s: 107.
‘ Rüyadan uyandığımızda, bir rüya olduğunun farkına varıp gerçeğe dönüyorsak; ruhun bedeni terk ettiği anda da ölüm gerçeğe dönüşüp yaşam sanallaşmış oluyor! Bir başka deyişle, artık öte aleme geçiş yapan ruh için bu dünya bir rüya, geçtiği öte alem gerçeği olmuştur.’ s: 105
Yazarın dediği gibi: ‘ Rüyalar bize, aşağı dünyadan ve yukarı dünyadan mesaj getirirler.’ Tek sorun. bu mesajları alabilecek sıçramaları bilincimizde yapıp yapmadığımızdır.
Biliçteki Sıçramalar’ı, yaşamı oluşturan matruşkaların sonuncusuna varmak için geçen bir süreç ya da özgürleşme yolunda bir rehber olarak mı algılayıp, okumalıyız?
Matruşkaları kim icat etmişse öyle bir şeyi anlatmış ki, gerçekten adeta boyut kavrayışının bir göstergesi olmuş. Matruşkaların en küçüğü dahi bu yolun bittiğini göstermiyor. Çünkü madde; madde olanın ötesinde ‘ kuantum’ parçacığı denilen en küçük birimden ötesine geçen bir başkalaşım içerir. Tıpkı solucan delikleri gibi! Ancak ‘ Gidebileceğimiz yer bizimdir.’ şartında; ötesi konusunda net bir bilgiye sahip değiliz. Bunu bilebilmek için bizim de madde ötesine geçmemiz gerekir ki, bu da bedenle mümkün değildir. Yalnızca zihin üzerinden kavrayışımız kadar anlayabilmekteyiz.
Geleceğe dönük olayları, geçmişe dönük anıları, körüklenen fantazileri, doğaüstü olayları, telepatik vizyonları, haber alma ve haber verme eylemlerini gerçekleştirdiğimiz zihinsel bir boyut olarak tanımlıyorsunuz rüyaları; kişiliğin, yüzeydeki toplumsal işbirliğine yatkın bölümü ile biliçaltına itilen dünyasal çatışmalar sonucu sanal da olsa gerçekliğe kavuşmuş hali olarak da tanımlamamız olası mıdır rüya boyutunu? Mutluluki hangi boyutun baskın olması sonucunda gelecektir?
Rüyalar sanal zannettiğimiz gerçekliğimizdir. Bizim iç dünyamızın bir yansımasıdır. İç dünyamızda neler olup bittiğini anlayabilmemiz için, bize haber getiren postacılardır. Ruhsal iyileşmemiz bu kanalın açık olmasıyla mümkün olabilmektedir. Yeter ki, onları önemseyelim. Rüyalarına yabancı biri kendisine de yabancılaşacaktır. Kendisine yabancılaşmış kişi, ne kendini ne de başkasını anlayamayacaktır. İşte bu yabancılaşma noktasında bahsettiğiniz sanallık kaçınılmaz olabilir. Aslında sanal- gerçek ve gerçek- sanal iç içedir. Neresinden bakarsanız orası sizin gerçekliğinizidir! Oysa, gerçek ve sanal iç içe olan kavrayışın farklı bir halidir. Buna ulaşmak için, parçalamadan bakmak bir gerçeklik oluşturmaktadır.
Bilinçaltımız bizi; dinlediğimiz müzikten, izlediğimiz filme kadar, edindiğimiz arkadaşlarımızdan çevre ilişkisine ve gelenek göreneklerden oluşan inanç şekline kadar şekillendirmektedir. İşte bu noktada bize ait olmayan edinimlerin sanallığının bizi yönetmesine müsade edersek, iç sesler çatışmaya başlar. Ve o zaman istesek de istemesek de iç sesimizin kakofonisi ( bozuk sesler çıkararak) bizi negatif duyguların içine sürükler. Negatif negatifi tetikleyeceği için yaşam bize hep olumsuz akmaya başlar. Bu durumu yaşamamak için bilincimizin anlama ve kavrama yetisini işletebilirsek; bu negatif duygu ve düşünceler peşimizi tek tek bırakmaya başlar ve olumlu açılımlar yaşamamıza şekil vererek içsel dünyamızın ve yaratıcı yeteneğimizin ortaya çıkmasına olanak sağlar.
İçgüdülerin doyuma ulaşamamasından kaynaklı, bedende biriken enerjinin toplumsal tabulardan veya görenekten kaynaklı korkulardan dolayı yaşanılan kaosun yarattığı görüntülere bir anlam yüklemek ve yorumlamak ne kadar gerçekçi olacaktır? Bu bağlamda nesne ile özne arasında bağı kurmakta olan beden, kendi doyumsuzluğunun bedensel kodundan ve maddesel düzleminden sorumlu olabilir mi?
İçgüdüler bizim dünyasal yaşam kodlarımızdır. Yani nesneye aittir. Ruhun elde ettiği bilgiler ise özneye aittir. Korkular, bedenin yaşama tutunmasından kaynaklanan bir özgüven eksikliği ve yok olma kaygısından kaynaklanmaktadır.
Oysa özneye ait olan ruhun bu gibi korkuları yoktur. Ancak, ruhun bu bilgiyi kendi sahasında olmamasından kaynaklı, nesneye aktarması zorlaşmaktadır.
Bunu şu benzetmeyle açıklayacak olursak: Eğer bir kapalı kaba bir şey ilave etmek istiyorsanız, önce o şeyin kapağını açmanız ya da en azından aralamanız gerekecektir ki, aktarma gerçekleşebilsin. İşte, madde beden kendi bilgisiyle bu kapağı aralayamadığı için ruhta var olan bilgi nesneye aktarılamıyor. Ancak bazı ruhların tekamül seviyelerindeki gelişmişlik düzeyi, bu sesin gücünü arttıracağı için, sesi mutlaka duyurmanın yollarını deneyecek ve kapağı aralamayı başaracaktır.
Kişi kendisini rüyalarında nasıl şuurlu bir hale getirebilir? Dünyevi rüya sırasında uyanabilmek için, reel sandığımız ve içinde bulunduğumuz yaşamı rüya olarak kabullenmek mi gerekiyor?
Sorunuzu sondan cevaplarsam, ‘ Kabullenmek’ demeyelim de ona ‘ Anlamak’ diyelim. Belki de biz, yaşam dediğimiz uzun bir rüyanın içindeyiz. Nasıl ki, rüyadan uyandığımızda rüyada olduğumuzu anlıyorsak, ölüm geldiğinde ve uyandığımız boyutta da bu dünya bizim için bir rüya olacaktır. Tıpkı matruşkalar gibi!
Holografik düşünme yeteneğimizi geliştirmenin ve tek boyutluktan çıkıp, geçmişi- şimdiyi- geleceği aynı anda yaşamanın sırrı nedir; gerçeklik sandığımız dünyanın rüya olduğunu kabullenmek gerçekten gerekli mi?
Bunun sırrı, dünyadayken boyut kavrayışını oluşturacak zihin disiplinini olgunlaştırmakla mümkün olabilecektir. Bu da, kitabım da bahsettiğim gibi rüyada doğal olarak kullandığımız delta frekans modudur.
Delta frekansına uyarlı bir zihin, Yaratıcı ile bağ kurabilecek ve farkındalığını arttırarak zihin modunu doğallaştıracaktır. Kişi bunu sadece rüyada değil günlük hayatında da iradeli bir şekilde kullanma deneyimine sahip olabilecektir. Tabii ki bu bir gün, bir ay, ya da bir yılda olmayacaktır. Bu uzun bir disiplin süreci ve taleple mümkündür. Buna inanmak güç olsa da mümkün olduğunu yaşayan biri olarak bu gerçekliğe pek çok anımla şahitlik ettiğimi akıl ve gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. İnsan Yaratıcı’ sının bir yansıması olarak bu mucizenin sahibidir. Sadece ne yapması gerektiği bilgisini hatırlayamama sıkıntısı içindedir. İşte bu noktada
bilincimizin kapalı olması ruhsal şuur ile olan bağı koparacağı için mucize de bizden uzaklaşmaktadır.
Yaşadığımız dünya fenomeninin içinde, rüya ya da gerçek olmasının ötesinde; rüyaya bakarak gerçeği, gerçeğe bakarak rüyayı ilişkilendirebilmemiz de saklıdır. Yani asla birbirinden ayırarak değil birleştirerek bakmak gerektiği bilinciyle değerlendirmeye özen gösterdiğimizden emin olmalıyız.
Bilincimizin tekrara dayalı öğrendiği gerçeğinden hareketle, bireysel alt hafızamıza yerleşen olguların doğru veya yanlışlığını neye göre değerlendireceğiz? Rüyaların mutlak yanlışı, genetik kod hafızamıza ‘ Doğru Budur.’ diye işlemesi bir çelişki olmayacak mıdır?
Çok güzel bir soru Bayram Bey, teşekkürler. Bireysel alt hafızamız; doğduğumuz günden bulunduğumuz yaşa kadar yüklendiğimiz bilgilerin toplamıdır. Kolektif alt hafıza bilgileri ise atalarımızdan bize genetik kodlarla aktarılan bilgilerdir. Bu bilgilere arketipler denir. ” Bilinçteki Sıçramalar” adlı kitabımda bu bölüme genişçe yer verdim. Bu bölüm bireysel bilinçaltı kadar önemli bir detaydır. Bizi en derinden şekillendiren kısımdır. İşte bunlar; doğru ve yanlış olmakla birlikte his olarak ya da sezgisel olarak sinyal gönderir. Bu noktada bize düşen şey bu yanlışa bakarak doğruyu bulmaya, doğruya bakarak yanlışa sapmamayı tayin etme bilincini oluşturmaktır. Eğer bunu başarabilirsek; evrensel prensiplere uygun olarak dualite ilişkisinden kopmayarak hareket etme şansını oluştururuz ki, zaten evrende de doğru- yanlış diye bir şey yoktur. Yanlış dediğimiz şeyler hayatta elde ettiğimiz en büyük deneyimlerimizdir.
Geçmiş, şimdi ve gelecek ‘ An’ da bir araya getirildiğinde yaratıcı düşünceye gelişme ortamı sağlayacağınızı söylüyorsunuz; fakat toplumun bireye yüklediği ahlaksal düzenlemelerin oluşturduğu labirentten çıkmak için ‘ An’ a bir rehber gerekmiyor mu? Her çıkışın, bir çıkmaz olduğunu görmek rüya yorumlarında da kaçınılmaz değil midir?
Sorunuza yine sondan başlayarak cevap vereceğim: Rüyaların, bilen biri tarafından yorumlanması çok önemlidir. Çünkü rüyalar bilinçaltına attığımız sorunların ne olduğunu bütün çıplaklığıyla objektif bir şekilde anlatmaktadır. O nedenle rüyaların çözümlenmesi bir çelişki yaratmaz, tam tersine çelişki ve sorunlarımızla yüzleşmemize ve onları çözmemize yardımcı olur. Diğer sorunuzu ise şöyle cevaplayabilirim: Toplumun bize yüklediği ahlaksız düzlemler biraz ağır bir itham olabilir, o nedenle dikkatli yaklaşmakta fayda var. Toplum çok masum olmasa da bize bahşedilen bir akıl, sezgi ve irade söz konusudur. Eğer bu unsurları kullanmayıp kaderci bir mentalite ile yaklaşıp aidiyet eğilimi sergilersek başımıza gelenlere de razı olmamız gerekir. Çünkü biz, bize yapılanlara göz yummuş ve müsaade etmişizdir. İşte sizin bahsettiğiniz rehberler, bize yolu kısaltarak öğrenmemize aracılık ederler. Zira her şeyi ille de yaşayarak, acı çekerek, ağır bedeller ödeyerek öğrenmemiz gerekmemektedir.
Son olarak bir yazar sıfatıyla; öğrendiklerimi esirgemeden okuyucuyla anlaşılır bir dille paylaşmaktan dolayı sorumluluğumu yerine getirmiş olduğum düşüncesindeyim. Bu nedenle de kendimi çok iyi hissetmekteyim. Geriye kalan; okuyucunun bu kitapta yazılanlardan elde edeceği bilgileri var olan kendi bilgileriyle birlikte, kendi yaşamlarında ve kendi deneyimleriyle sentezlemesine kalmaktadır.
Bu kitabı yazmama vesile olan yaşama, okuyucusundan dağıtımcısına dek emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Ayrıce size de ‘ Bilinçteki Sıçramalar’ ı okuyarak oluşturduğunuz sorularınız için teşekkürler.
Biyografi: Nimet Erenler Gülkökü
Nimet Erenler Gülkökü 1965 Tunceli doğumlu olup, Ocaklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Şaman gelenekleri olan babaannesi onun ilk eğitmenidir. Dünyaya geliş nedenini ve yaşamı hep sorgulamıştır.
Bu anlamda; ‘Yaşam aynı zamanda bir okuldur ve bu okulun diploması, yalnızca bırakılan izlerden ibarettir!’ diye tanımlamaktadır. O nedenle, öğrenimine devam etmektedir.
2002 yılında ‘Bir Zen Ustası’yla karşılaşması, bu öğreniminde oldukça önemlidir. Ne bildiğini bilen ‘Bir Zen Ustası’ ile birlikte halen müşterek çalışmalarına devam ederken; kendini bilme yolculuğunda öğrendiklerini öğretmek, öğretirken de öğrenmek suretiyle bilginin paylaşımına aracılık etmektedir. Bu birikimini özellikle kaleme aldığı makalelerinde, kitaplarında, sözlü aktarımlarında görmek mümkündür.
İlgili olduğu alanlar; ezoterizm, güzel sanatlar, edebiyat, felsefe, psikoloji, arkaik dönem tarihi, medeniyetler, sanat tarihi, sembolizm, teoloji ve mistisizmdir.
İlk kitabı ‘Kur’an-ı Kerim’in Apocrypha’sı’ 2010 tarihinde;
ikinci kitabı ‘İnsanlığın Apocrypha’sı’ 2012 tarihinde;
‘Ezoterizm’de Bilinç, Rüyalar ve Boyutlar’ üzerine olan üçüncü kitabı ‘Bilinçteki Sıçramalar’ ise Ocak 2014 tarihinde yayınlanmıştır.