14 Ocak 2012 Cumartesi

Bir Kadın mı Olmak, Bir Dişi mi Kalmak?

Bir Kadın mı Olmak, Bir Dişi mi Kalmak? 

Kadınların eşlerinden, sevgililerinden, erkek kardeşlerinden, babalarından gördükleri şiddet on yıllardır gündemde. Ölen, öldürülen, ağır yaralanan, tacize uğrayan, töre cinayetlerine kurban edilen kadınlar...

Kadın sığınma evleri ve “Kadınlar şiddet görmesin” sloganları ve bu konuyla ilgili sivil örgütler, destek veren sanatçılar, yazılı ve görsel basındaki şiddet karşıtı tüm çabalar öyle görünüyor ki, bir sonuç vermemektedir. Bütün bu çabalara ve alınan yasal önlemlere karşı kadınların muhatap kaldıkları bu sorun azalacağına giderek tırmanmaktadır. Pekiyi, bu kadınların suçu nedir? Biat, itaat ve riayet etmedikleri için midir? Ortada bir kadının eşinden ya da sevgilisinden ayrılma kararı aldığı için öldürülerek intikam almayı gerektirebilecek nasıl bir suç vardır? Pekiyi, bütün bunlar bir seferde mi ortaya çıkmıştır? Elbette ki, hayır. Bu anaerkil süreçten ataerkil sürece geçildiği dönemlerde giderek dejenere olmaya başladığı, uzun bir dönemi kapsamaktadır.

Eğer ortada bir suç var ise ve işlenmişse, önce biz kadınlar kendimize dönüp bakarak bu durumun oluşmasına ne zaman ve nerelerde zemin hazırladık; bu oluşan tohumları ne zaman ektik; dönüp buna bakmamız gerekmez mi? Zira unutmamalı ki, o erkekleri dünyaya getiren de bir kadındır.

Kadın; doğanın yaratıcı gücünün bahşedildiği ve içinde tanrısallığı barındıran en mükemmel varlığıdır dersek, herhalde hiç de abartmış olmayız. Bu, erkeğin önemsizliği anlamında değildir. Erkek de, var olan potansiyeli devinime geçiren bir güçtür. Kadının içinde barındırdığı bu yaratıcı gücünün, aynı zamanda yok edici özelliğini de taşıdığı unutulmamalıdır.

Bir sorunun çözülebilmesi için o sorunu oluşturan nedenleri ve süreçleri bilmek gerekir. Her birimiz yek diğerimizi suçlayarak sorunları çözemeyiz ve çözülmeyecektir de. Kadın, kâdim dönemlerde yaratıcı özelliğinden dolayı tapınılandı. Bu gün hacca giden hacılar Mekke'de Hacer-i Esved taşına alınlarını sürüp öperken aslında kadının yaratıcı gücüne tapınmaktadırlar. Zira secdeye dururken Kıble'ye dönmek, eski Kibele kültünden gelmektedir. Bu çok eski bir tapınma şeklidir. İslam'dan çok eski olmasına rağmen günümüze kadar devam eden bir ibadet şekli olagelmiştir. O halde daha da geriye gidersek; Tanrılar Meclisi'ne bütün dişisel yeteneğini kullanarak girmeyi başaran İnanna'yı görebiliriz.Sümer mitolojisindeki İnanna, Yunan mitolojisinde güzellik tanrıçası Afrodit'e oradan da günümüzdeki barbi bebeklere düşürülmüştür. Oysa tarihte ve mitolojilerde sembolize edilen bir kadın daha vardır ki O, insan-ı beşerin doğumuna aracılık eden Başhemşire statüsündeki Ninhursag'tır. Lakabı “Koca İnek”tir. Bu bilge kadın figürü, Anadolu'da kadın analar olarak devam ederken kendilerine “Hemşire” diye hitap edilirdi. Bu hitap şekline rastlamak hala mümkündür. Ninhursag bir dişi değil bir “Kadın”dır. İnsanlığın gelişimi için kendini adayan bir tanrıçadır. İşte Ninhursag'dan sonra İnanna dünyanın cazibesine kapıldığı gücünü yaşamak uğruna dişiliğini öne çıkarmaktan çekinmemiştir.

Ta o dönemlerde dişi enerjinin tohumları yeryüzünü etkilemeye, sarmalamaya ve bu dişi enerji kendi yörüngesine çekmeye başlamıştır. Artık kadının rakibi kadındır. Oğullar, dişi enerjisi etrafında korunduklarını sevildiklerini sanırken ana tanrıçının isteklerine, tutkularına ve hırslarına hizmet ettiklerinin farkında bile değildirler. Çünkü şeytan en güzel yüzüyle görünmektedir! Bu dişiler oğulların büyümemeleri için onları hep kendilerine muhtaç yetiştirirler. En güzel yemekleri onlar için pişirir, en temiz yatakları onlar için sererler. Bunun adını da sevgi koyarak, bir de borçlandırırlar.

İşte dünya bu dişi enerjiye öyle bir uyumlanmıştır ki, artık bütün gerçeği orasıdır.Çocukluğunu dişi annesinin etkisiyle geçirken büyüdüğünde yerini dişi kadını almıştır.

Her dişi bir kadın değildir. Ancak her kadın içinde dişi yönünü barındırır. Kadın bir kavramdır. Bu kavramı anlayabilmek ve yaşayabilmek için; akıl, bilgi, birikim, deneyim en önemlisi gelişmiş bir bilinç gerektirir. Beraberinde bu bilince taşınabilmek zorlayıcıdır ve emek gerektirir. İşte buna cesaret edemeyen bir dişi, yalnızca tek yeteneğini aktive ederek istediği sonucu elde etmek ister. En ucuz en kolay ve en kestirme yöntemiyle. Sonuçlar ortadadır ve yaşanmakta, yaşatılmaktadır.


Söylenmesi ve yapılması gereken çok şey vardır. Şayet, üzerimize giydiğimiz giysilere gösterdiğimiz ilgi kadar beynimizin gelişmesine özen gösterebilirsek, toplumu saran bu yok edici enerjiyi elbirliğiyle dönüştürebilir ve işte ozaman hakettiğimiz yere kendimizi taşıyabiliriz. Bir Kadınla bir dişi arasındaki en belirgin fark: Bir kadın; üreten, gelişen ve gelişmeye aracılık ederken onursal değerlerini koruyabilendir. Bir dişi; hırs, turku, istek ve arzularına yönelik, yalnızca alacaklarının hesabını yapan ve aslında tükenirken, tüketendir. O nedenle kimseye kızmayalım, kimseye hesap sormayalım. Çünkü kızılacak ve hesap sorulması gereken bizzat içimizde müsade ettiğimiz ve yarattığımız canavarın kendisidir. Bu yazıyı Zen ustasının bir sözüyle noktalıyorum: “Sizin size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi size kimse yapamaz. Şayet yapılmışsa, siz müsaade ettiğiniz içindir.”

Yazan:Nimet Erenler Gülkökü 25 Temmuz 2011

2 yorum:

  1. Kutluyorum. Bunu her kadın okumalı. Kadın ve dişiliğin gerçek yönlerini ve değerlerini bu kadar net ifade eden bir gerçeğe şimdiye kadar hiç rastlamadım. Tekrar kutluyorum.

    Ferahi Toker

    YanıtlaSil
  2. Bu yazının içeriğini AN'layan ve bunu farkındalıkla ifade eden birine ulaşması beni memnun etti.Sevgi ve selamlar..

    YanıtlaSil