14 Ocak 2012 Cumartesi


Röportaj: Hale Karaarslan | Sayı 67 | Nisan 2011
Kur’an-ı Kerim’in Apocrypha’sı
Nimet Erenler Gülkökü ile Söyleşi
Yazar Nimet Erenler Gülkökü’nün, Kur’an-ı Kerim’in Apocrypha’sı kitabını okuduğumda, bu kitabı İndigo Dergisi okuyucusuyla buluşturmak isteme sebebim, kitabın Kur’an’ın önemli ayetlerine yer vermesi ve Kur'an'ı okumak istedikleri halde okuyamayanlar ya da anlamayanlar için iyi bir başlangıç kitabı olacağını hissetmemdi… 
Yazar, İslamî geleneklere yabancı bir kültürde büyümüştür. Buna rağmen İslamiyet ve Apocrypha adlı bir sunum araştırması sırasında Kur'an'ı incelemek amacıyla okurken; ayetlerin gizlenmiş, üzerlerinin örtülerek çarpıtılmış olduğunu gördüğünde bunların anlaşılabilmesi için ''Kur'an-ı Kerim'in Apocrypha'sı'' adlı kitabı yazmaya karar vermiştir. Dolayısıyla, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmanın topluma bir katkı sağlamayacağı düşüncesiyle yola çıkmıştır. 
RöportajHale Karaarslan

Nimet Erenler Gülkökü kimdir?
“Kim” ifadesi belirsizlik, bilinmezliği içeren anlamında olduğuna göre,  bu sorunuza cevap vermem hem çok kolay hem de çok zor. Ancak, her insanı karakterize eden özellikleri olduğu gibi beni de karakterize eden birtakım özellikler var. Bunu şöyle ifade edebilirim: Öğrenmeye, bilgiye ve bilmeye olan, neredeyse tutku diyebileceğim ölçülerde bağlılık ve bunlardan yola çıkarak gelişmek. İşte görüldüğü gibi bu açıklama hakkımdaki belirsizliği ortadan kaldırmaya yetmedi. O zaman “kim olduğum”, hakkımda söyletebildiklerimdir diyerek noktalayalım. 
İlk kez bir kadın olarak Kur'an üzerine bir kitap yazdınız. Bu, İslâm toplumunda çok alışık bir durum değil. Siz, İslâm düşüncesinin neresindesiniz? 
Aslında İslâm'a yakın bir aile kültüründe büyümediğimi söyleyebilirim. Bu nedenle İslâm kültürünün dışında Şamanik kökenli Alevî kültürden gelmekteyim. Ancak dinler tarihi geçmişi anlamak adına oldukça önemlidir. Her konuda olduğu gibi, fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmak gerektiğini düşünenlerdenim. O nedenle ilgilendiğim Ezoterizm ve bu konudaki araştırmalarım dolayısıyla sağladığım birikimim “Kur'an-ı Kerim'in Apocrypha'sı” adlı kitabı yazmama kaynak oldu. Aslında Kur'an üzerine bir kitap yazmayı hiç düşünmemiştim, ancak yolculuk beni buraya taşıdı! 
Din ya da dinler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yukarıda da belirttiğim gibi insanlık tarihinde dinlerin büyük bir önemi vardır. Din aslında zirve, uç demektir. Fakat dinler tarihini araştırdığımızda; dinin, “İnsanlığa” zirve yaptırması -geliştirmesi- gerekirken tam tersine gerilettiği görülmektedir. Burada ayırdedilmesi gereken ince bir nokta vardır: Din, gerçekten evrensel bir bilgiyi içinde barındırırken; günümüzden yaklaşık beş – altı bin yıl önce tersine işletilerek düşürülmüş, amaç araca dönüştürülmüştür. İnsanların ruhsal benliklerine ait olan, aslına rücû etme hissiyatları ise dinin cazibesini beslemiştir. Bu sorunuzun detaylı cevabı kitabın son bölümünde ele alınmıştır.
Kitabınızdan birkaç cümleyle bahsedecek olsanız, neler söylemek istersiniz? Bu kitabı yazmak isteme düşüncenizi paylaşır mısınız? 
Toplumumuzda çoğunlukla inanca dayalı bir kabullenme geleneği söz konusudur. İnsanlar, inandıkları şeylerin nedenlerini sorgulama ihtiyacı duymadan, İslâm'ın beş şartını yerine getiren her müslümana cennetin kapılarının açılacağını düşünürler. İşte bu bir yanılsamadır. Pekiyi, Kur'an'da da geçen sorgu melekleri öte âleme geçmiş birine, “kendin için ne yaptın?” sorusunu sorduğunda verecek cevabı hazırlamış mıdır ya da cevabı biliyor mudur? Bu yalnızca bilmekle mümkündür. Sorunuzla bağlarsak; Kur'an'ı okumak istedikleri halde anlamayanlar için iyi bir başlangıç kitabı olacağını düşünüyorum. Hatta Kur'an'ı okudum, anladım diyenler için dahi farklı bir görüş açısı sunmaktadır. Zaten okuyucudan gelen ifadeler de bunu doğruluyor. Yıllar önce Kur'an'ı okumak istediği halde anlayamamış biri olarak bugünkü birikimimle şunu söyleyebilirim: Kur'an'ı karmaşık ve anlaşılmaz kılan en önemli husus, birbiriyle çelişen ayetlerin arka arkaya yazılmasıdır. İşte bu durum kişide de çelişki yarattığı için özellikle Kur'an'ın anası olan kozmik ayetlerin anlaşılmasına mani olmaktadır. İşte, kitabın ismi de bu nedenle “Apocrypha” olarak belirlendi. “Apocrypha”gizlenmiş, saklanmış, üstü örtülmüş demektir.
Kitabınız 2010 Aralık ayında yayınlandı, okuyuculardan geri dönüşler nasıl?
Tam düşündüğüm sonuçları almaktayım; yavaş, ancak sağlam. Genel yaklaşımlara dair şu cümleler dikkat çekici: Çok farklı açıklamalar; birçok sorumun cevabını bu kitapta buldum; ayetleri nasıl bu kadar özenle ve dikkatli seçebildiniz; çok kolay okunuyor; kitap, insanı adeta içine çekiyor gibi. Eleştiriler de var tabii, şöyle ki; daha kitabın ilk sayfasını açtıklarında, neden Peygamber Efendimize (SAV) kullanılmadı  diyerek tepki verenler!
‘Kur’an-ı Kerim’in Apocrypha’sı’nı kimler için yazdınız? Belli bir hedef kitleniz var mı?
Bu kitap hiç bir “izm”in değil, yalnızca kendi “izm”inin peşinde olan herkes için kaynakça niteliğinde bir kitap olarak hazırlandı. 
Kitabınızda (Kur'an-ı Kerim'in Apocryha'sı) Kur'an'ı, kendi ayetleriyle açıklayarak mı yorumladınız? Aynı zamanda bir yorum kitabı diyebilir miyiz? Ve yorumlarınızda faydalandığınız kaynak vs. var mı?
Evet, Kur'an'ı; kendini, kendi ayetleriyle açıklayarak yazılmış yorum kitabı diyebiliriz. Kitabın alt başlığında da buradan esinlenilmiştir (Kur'an'a Dair Bir Ta'likat). Faydalandığım pek çok kaynakça oldu. En başta Sümer çivi tabletleri olmak üzere Maya kodeksleri, çeşitli mitler, Sembolizm, bilimsel makaleler ve Nasa raporları gibi. Ayrıca en önemli ana kaynaklarımdan biri ise, kitapta zaman zaman bahsettiğim ve birebir kendi ifadelerini aynen aktardığım Zen Ustası'ndan almış olduğum ezoterik öğreti ile bu öğretiden çıkardığım sentezdir.
Size göre Kur’an yoruma dayalı yazılmış bir kitap mı? Ve niçin Kur’an düz bir şekilde okunamıyor, verilmek istenen mesajlar bu yolla niçin direkt verilemiyor? Ya da Kur’an, nasıl okunacağı ve yorumlanacağı ile ilgili bilgilendirme yapıyor mu?
Sorunuz çok güzel, teşekkürler! Yoruma dayalı değil, hatta bazı âyetlerde hiç bir şekilde sorgulanmaması gerektiğinin mesajı verilir. Bu minvalde bakıldığında, adeta kastedilerek üstü örtülmüş, anlaşılması zorlaştırılmış gibi görünüyor. Şayet amaç Kur'an'ın anlaşılması olsa idi buna gerek olmazdı. Anlaşılmasının istenmemesi ise bilginin güce dönüştürülmesine götürür. Sonuçlar ortadadır!
Kur'an'ı eline alıp, şöyle bir okumuş ve biraz da kulaktan dolma bilgilerini paylaşan pek çok insan görüyoruz. Bunu önlemek için neler yapılabilir? Kitabınızda bu anlamda bir yol gösteriyor musunuz? 
Şayet okuyucu bu kitabı tercih ederken; önyargılardan uzak, yalnızca anlamak için başvuracağı bir kitap olarak tercihini kullanırsa çok önemli bir bilgi kaynağına da ulaşmış olabilecektir. Ancak herkes kendi akıl, izan ve marifeti çerçevesinde bir sonuca ulaşacaktır. Kulaktan dolma bilgiler eksik, çarpık ve yetersiz olabilir. Ayrıca kimse “Kur'an-ı Kerim'in Apocrypha'sı” adlı kitabın her yazdığını kabul etmek zorunda değildir. Özgür iradesini ve aklını kullanarak başka kaynaklardan da araştırma ve karşılaştırma yaparak edindiği bilgileri kendileştirme hakkını kullanarak, çok daha sağlıklı bir sonuca ulaşacaktır. Bunun altını özellikle çizmek isterim. 
“Sen ve Kendin” ilişkisi; “Her benlik, yanında bir güdücü, bir de tanık olduğu halde gelir.” Kur'an'ın Ankebut Suresi'nde. Güdücü ve Tanık ile kastedilen kimdir? Sen-Kendin ilişkisi ile ilgili, Kur'an'dan; “Seni / Sana okutacağız da unutmayacaksın.” (A’la/6) suresiyle ‘Kendini bil, kendini tanı’ ya da Yunus Emre’nin “Bir ben var, benden içeri’ sözlerinden de yola çıkarak, kendimizi tanımaya nereden ve nasıl başlanmalı yorumlayabilir misiniz kısaca?
Kur'an'da yer alan güdücüde, her insanda var olan güçlü yaşama arzusunu barındıran içgüdü kastedilmekte. Ya da içgüdülerin biraz daha rafine hali olan “Ego”nun kastedildiğini de söyleyebiliriz. Tanık ise, her insanda var olan ve onu kendisi yapan şey. Bir başka açıdan Sen ve Kendin ilişkisidir. İnsanın kendini bilmesi çok kadim bir öğretidir. Mısır'daki Keops pramitinde inisiyasyon eğitiminin verildiği ana giriş kapısında ''Kendini Tanı'' ya da  ''Kendini Bil'' yazdığı belirtilir. Bu inisiyasyon bilgisi Hermes tarafından kullanılmış, böylelikle unutturulmamış bir bilgidir. İşte, bir diğer anlamı da “Kelâm-ı Kadîm” yani “Kadim Sözler” anlamına gelen Kur'an-ı Kerim, bu eski sözlerin bir hatırlatmasıdır. Kur'an, ''Biz, size bu bilgiyi yeniden hatırlayasınız diye indirdik'' der. O halde kendinizde olanı bilerek bunu farkındalığa taşıdığınızda unutulmasının söz konusu olamayacağını anlatmaktadır âyet. Bu bölümü açabiliriz ancak çok uzayacaktır. İlgilenenler için detaylar kitapta mevcuttur. Kendimizi tanımak için nereden başlamak gerektiği sorunuza gelince: Çok basit, aynı zamanda çok karmaşık! Örneğin, sadece hissettiğiniz şekilde ve içinizdeki sesi dinleyerek ''Ben kimim?” sorusunu sormaya başladığınızda, bu yol sizi mutlaka kendinize götürecektir. Tabii ''Ben oynamıyorum!'' seçimini her an kullanabilirsiniz.
İçimdeki erkek - İçimdeki kadın, ‘eril-dişil’ içimizdeki eril ve dişil yön ile ilgili olarak; “Allah size kendi benliklerinizden eşler nasip etti” (Nahl/72) suresiyle ilgili yorumunuz nedir?
Her kadının içinde bir erkek, her erkeğin içinde de bir kadın vardır. İçinizdeki eril yön aklı, dişil yön ise sezgilerinizi temsil eder. Bir kadın, içindeki erkeği keşfedebilmek için cesaretli, kararlı ve savaşcı yönünü karşısındaki erkekten beklemek yerine kendindekini farkedip kullanabilirse; bir erkek de içindeki kadını anlamak adına sezgilerini keşfederek yaratıcı, koruyucu, şefkatli yönlerini geliştirirse; bu her iki kimlik, önce kendi içindeki bütünlüğe ulaşır ve özgürleşirler. Özgürleşen kadın ve erkeğin kendilerini yansıtmasında birbirleri üzerinden değil, öncelikle kendileri vardır. Buna rağmen birliktelik devam ediyor ise, artık o birliktelik “Bağımlılık değil bağlılıktır!”. Çiftler arasındaki şiddetli geçimsizliklerin temelinde ise kendi içindeki karşıt cinsini keşfedememiş, dolayısıyla kendindeki eksiği ancak karşısındakinden isteyerek tamamlayacağını sanan bir bilinçsizlik hali vardır.
''Allah size kendi benliklerinizden eşler yarattı.'' ifadesi ise çok daha derin bir anlam içermektedir. Kısaca: Önce ruhlar vardı ve ruhların cinsiyeti yoktu. Sonra bu ruhlar ikiye ayrıldılar, fakat bu ayrılmada kendi içlerindeki bütünlük korunmaktaydı. Böylelikle biri diğerini kavrayabilecek ve bu yol onları 'Bir'leşmeye taşıyacaktır.
Kur'an'da yer alan; “Kendisinin ilahi olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir…(Casiye/23) suresine göre aslında insan tekamülü için bir çeşit oyun mu oynuyor? Ve oyunda uyanması, görünenin ötesindekindekini görmesi için kendine mi uyanıyor?
İşte bu ve benzeri ayetler kozmik ayetlerin dışındaki ayetlerdir. Kafaları karıştırmaması için bu ve benzer âyetlere açıklama getirmenin sağlıklı olmayacağını düşünüyorum. Dikkat edilirse âyetin içeriğinde anlam var gibi ancak adeta bilgi güce dönüştürülmüştür. Böylelikle sorunuzda üstü örtülmüş âyetlerden bir örnek vermiş olduğunuz için tekrar teşekkürler.
Kitabınızdan yola çıkarsak, size göre tekâmül değişim değil, dönüşüm sanırım… Tekâmül yalnızca insanlar için midir?
Evet ruhsal tekamül bir “Ref” olma halidir ve bir gelişmedir. Gelişim olmazsa tekâmül de olamaz. Çünkü değişim bir süreci anlatırken; tekâmül, yücelişi getiren bir olgunlaşma hali ya da başka bir ifadeyle sentezdir.
Reenkarnasyon ile ilgili olarak; De ki, ortak tuttuklarınız içinde, yaratışa başlayan, sonra, yarattığını çevirip bir daha yaratan kim var?” De ki, “Allah! Yaratışı başlatır, sonra onu çevirip yeniden yaratır. O halde, nasıl oluyor da başka bir yöne döndürülüyorsunuz?” (Yunus/34) ayeti ile, “…Siz ölülerdiniz, o sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz.” (Bakara/28) ayetleri ile anlatılmak istenen nedir?
Bu ayetlerin önemi şudur: İslâm'da yok sayılan enkarnasyon düşüncesine Kur'an cevap vermektedir.
Sanal-Gerçek, Gerçek-Sanal ilişkisi konusunu ele almışsınız ve soruyorsunuz biz de size soralım; ‘Pekiyi, tartışmasız olarak gerçek; yaşamak mı, yoksa ölümden sonrası mıdır?
Nereden bakarsanız o kadarını görürsünüz! Yaşamak dediğimiz şey ölüme göre; ölüm dediğimiz şey yaşama göredir. Şeyet birini diğeriyle ayırarak bakar isek bütünü kaybederiz. Oysa öyle bir noktadan bakabilmeliyiz ki, bütünü görebilelim. O halde biri diğerindedir, iç içedir dersek ve her ikisini buluşturabileceğimiz noktanın da zihin olduğunu söylersek yeterli olur mu?
Size göre; Kur'an'daki 21. (Enbiya suresi) “Yaklaştı insanlara hesapları! Ve onlar ise hala gaflet içinde yüz çevirip durmadılar.”, “Rablerinden kendilerine ulaşan, söze bürünmüş her yeni öğüt ve hatırlatmayı anca eğlenerek dinliyorlar.” (Enbiya/1-2) Suresi, Mayalar’da anlatılan 2012’ye benzer bir yok oluştan mı bahsediyor? Sizce 2012 gerçekten yaşanacak mı?
Mayaların 2012 anlatımını bütünleyen ayetler “Sur” ile ilgili olanlardır. Yukarıdaki ayet ise uyarı niteliğinden çok korku psikozunu çağrıştırmaktadır. Evet, elbette bu döngü geçmişte de oldu; şimdi de oluyor; gelecekte de olacaktır. Ancak birileri uyuyor ise siz onu uyandıramazsınız.  Uyanmak istiyor ise, talep şartı gereklidir. Yani Kur'an'ın kozmik ayetlerine göre zorlama yoktur.
Kitabınızın 190'ıncı sayfasında Dünya'nın eksen kaymasından bahsediyorsunuz. Bu konuda Kur'an'la nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Kitapta eksen kaymalarına örnek olarak Hanok'un kitabından örnek vermiştim. Kur'an'da eksen kaymalarına dair net bir açıklamanın yer almadığını düşünüyorum. Buna rağmen kıyamet alametlerine dair ayetlerde konuya ait bazı ipuçlarına rastlayabilirsiniz.
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetesi'nde sizi konu alan makalede, Kibele ve Kıbâle enerjisinden bahsetmişsiniz, biraz açar mısınız bu iki farklı enerji ifadenizle ne anlatmak istiyorsunuz?
Kadın doğası gereği hem var eden hem de yok eden bir güce sahiptir. Şeyet bu güç dişil bir enerji “Kibele” olarak kullanılıyor ise; yani hırs, istek, arzu, tutku, nefret, öfke, üreme ve tüketmek üzere hep alma hesapları yaparak yaşıyor ise, kendini ve her şeyi tüketeceği sonucunu doğurur. Şayet bir dişi kendisini “Kadın” kavramına taşıyabilmiş ise; dingin, sakin, gelişen, geliştiren, çoğalan ve var ederek dönüştürücü bir enerjiyi kullanmaktadır. İşte bu enerjinin temsilcisi, başhemşire Ninhursag'tır (Kıbâle). Dünya, “Kıbâle” (hemşire) bilincinden  “Kibele”ye, oradan da Afrodit'e  kadar düşürüldü. Dünya ancak “Kıbâle” bilinci ile kendi yaralarını sarabilecektir. İşte bir dişi ve bir kadın arasındaki fark da burada saklıdır.
Kitabınızda birinci kitabın sonlarına gelince diye bir ifade kullanıyorsunuz? İkinci kitap gelecek anlamına gelir ise; bu ikinci kitabın konusu ne üzerine olacak?
Dinler tarihinde “Tora” üzerine bir çalışma yapmaktayım. Orada da ilginç noktalar var.
Nimet Hanım, böyle bir kitabı yazmak isteme gönüllüğünüz, tüm araştırma ve çalışmalarınız doğrultusunda insana tuttuğunuz ışık ve gönül için size çok teşekkür ederim. Kitabınızla ilgili olarak, İndigo Dergisi olarak yaptığımız söyleşimiz için ayrıca teşekkürler…
Ben de size teşekkürler diyorum. Kitabı okumuş biri olarak sitayişkâr ifadenize ve bilgi paylaştıkça büyür şartındaki katılımınıza, ayrıca teşekkürler…

(Bu ropörtaj http://www.indigodergisi.com adresinde yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder