ÜREMEK Mİ? ÜRETMEK Mİ?
Üremek ve üretmek, birbiriyle ilişkili gibi görünüyorsa da
anlamları farklıdır. Üremek; bir canlıda, dişi doğasının eril karakterle birleşmesi
sonucunda ortaya çıkarttığı ve türünün devamlılığını sağlayan eylemdir. Üretmek ise; üremenin tersine
yalnızca fiziksel olmayan, yaratıcı düşünceyle birlikte hareket ederek bir
şeyden bambaşka şeyler meydana getirme yetisidir. “Üretim” ile “üretmek”
arasında da bir fark olduğunu söyleyebiliriz. Üretim denince, aynı mamulden
yüzlerce binlerce adet meydana getirmek anlaşılırken; üretmek ise değişen ölçü
ve değerlerle farklı dönüşüm ve oluşum yaratmaktır.
İnsan, doğası gereği türünü devam ettirme koduna sahiptir.
Bu durum varlığını sürdürmesinin temel bir yönüdür. Ancak varlığını sürdürmesi
yalnızca üreme tandanslı değildir. Kendisini dış ve iç tehlikelere karşı
koruması da gerekmektedir. Örneğin bir hastalık belirdiğinde vücudun bağışıklık
sisteminin otomatik bir savunmaya geçip, hastalığa neden olan mikroba karşı
savaş açması iç tehlikeye karşı korunma şartını içerir. Vücut aynen, dışarıdan
gelen bir tehlikeye karşı da önlem alır. Örneğin bir saldırıya karşı kaçması ya
da saldırması gibi. Temel içgüdüsel bir çalışmaya şartlı beden, şayet siz
müdahale etmezseniz yaşamını etkin olarak bu şekilde devam ettirir. Çünkü bu
yöntem ona aittir ve onun kodlarıdır. Bu kodlar bizim en sağlam halkamız
olmakla birlikte en çürük halkamız da olabilirler. İşte insanın fizik doğasında
var olan bu temel içgüdü, acaba sistem tarafından nasıl güdülenmektedir?
Topluma, dış uyaranlar aracılığı ile görsel ve işitsel olarak zerk edilen
unsurlar; üreme üzerine mi? yoksa gelişme içeren üretmek üzerine midir? İşte
üzerinde derin düşünce gerektiren hassas ve önemli konulardan biriside bu
durumdur. Yaşamak ve anlamak, her bireyin kendi akıl, izan ve marifetiyle
sınırlıdır. Dünyaya ve yaşama her insan farklı düzeylerde ve farklı anlayış
biçimlerinden bakarken; kendine ve etrafındakilere neleri layık görür? Tabii
herkes kendince en iyisini layık gördüğünü söyler, hatta aksini düşünmenin
insana yakışmayacağını ilave etmekte tereddüt bile etmeyecektir. Doğru olan da
budur. Pekiyi, herkes böyle düşünürken neden her şey tersine gider? Güç kimde?
Biz mi yetersizlik gösteriyoruz, yoksa karşımızda duranlar mı güçlü? Bunu biraz
açarsak; seçimlerimizin ne kadarı duyularımızın etkisiyle, ne kadarı çevremizin
düşünceleriyle, ne kadarı bizim irademizin sonucunda oluşur? Gerçekten
kendimize dışarıdan ve objektif olarak baktığımızda, bu seçimlerin büyük bir
çoğunluğunun aslında bizim gerçek seçimlerimiz olmadığını görebiliriz. Ya anlık
bir duygu boşluğunun bizde yarattığı ihtiyaç; ya bizi etkileyen yönlendirmeler;
ya anıların izleri; ya bizde olmayanların peşinden gitmek; ya alışkanlıklar; ya
da şartlanmalar vs..vs.. İşte bunlar üretmemize mani olarak, ürememizi
tetikleyen unsurları içermektedir. Çünkü “Ben”in istek ve arzularının peşinden
gitmek en kolay olmakla birlikte en tehlikeli olandır. Üretmek ise geniş ve çok
boyutlu düşünceyi ve ayrıca bilgiyi gerektirir. O nedenle zorlayıcı, zahmetli
ve uzun soluklu olup, beraberinde kalıcı olandır.
“Üremek ve Üretmek”
üzerine uzun uzun tartışmak mümkündür. Her iki unsur da hayatın olgusudur.
Mesele, koşullara göre hangisinin öncelikli olmasıdır. Bu koşullarda görünen şu
ki, dünya nüfusunun üremeye değil, fakat mutlak “üretmeye” gereksinim duyduğu
kaçınılmazdır.
Araştırmacı Yazar Nimet Erenler
Gülkökü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder