16 Ocak 2012 Pazartesi


ÜREMEK Mİ? ÜRETMEK Mİ?
Üremek ve üretmek, birbiriyle ilişkili gibi görünüyorsa da anlamları farklıdır. Üremek;  bir canlıda, dişi doğasının eril karakterle birleşmesi sonucunda ortaya çıkarttığı ve türünün devamlılığını sağlayan eylemdir. Üretmek ise; üremenin tersine yalnızca fiziksel olmayan, yaratıcı düşünceyle birlikte hareket ederek bir şeyden bambaşka şeyler meydana getirme yetisidir. “Üretim” ile “üretmek” arasında da bir fark olduğunu söyleyebiliriz. Üretim denince, aynı mamulden yüzlerce binlerce adet meydana getirmek anlaşılırken; üretmek ise değişen ölçü ve değerlerle farklı dönüşüm ve oluşum yaratmaktır.
İnsan, doğası gereği türünü devam ettirme koduna sahiptir. Bu durum varlığını sürdürmesinin temel bir yönüdür. Ancak varlığını sürdürmesi yalnızca üreme tandanslı değildir. Kendisini dış ve iç tehlikelere karşı koruması da gerekmektedir. Örneğin bir hastalık belirdiğinde vücudun bağışıklık sisteminin otomatik bir savunmaya geçip, hastalığa neden olan mikroba karşı savaş açması iç tehlikeye karşı korunma şartını içerir. Vücut aynen, dışarıdan gelen bir tehlikeye karşı da önlem alır. Örneğin bir saldırıya karşı kaçması ya da saldırması gibi. Temel içgüdüsel bir çalışmaya şartlı beden, şayet siz müdahale etmezseniz yaşamını etkin olarak bu şekilde devam ettirir. Çünkü bu yöntem ona aittir ve onun kodlarıdır. Bu kodlar bizim en sağlam halkamız olmakla birlikte en çürük halkamız da olabilirler. İşte insanın fizik doğasında var olan bu temel içgüdü, acaba sistem tarafından nasıl güdülenmektedir? Topluma, dış uyaranlar aracılığı ile görsel ve işitsel olarak zerk edilen unsurlar; üreme üzerine mi? yoksa gelişme içeren üretmek üzerine midir? İşte üzerinde derin düşünce gerektiren hassas ve önemli konulardan biriside bu durumdur. Yaşamak ve anlamak, her bireyin kendi akıl, izan ve marifetiyle sınırlıdır. Dünyaya ve yaşama her insan farklı düzeylerde ve farklı anlayış biçimlerinden bakarken; kendine ve etrafındakilere neleri layık görür? Tabii herkes kendince en iyisini layık gördüğünü söyler, hatta aksini düşünmenin insana yakışmayacağını ilave etmekte tereddüt bile etmeyecektir. Doğru olan da budur. Pekiyi, herkes böyle düşünürken neden her şey tersine gider? Güç kimde? Biz mi yetersizlik gösteriyoruz, yoksa karşımızda duranlar mı güçlü? Bunu biraz açarsak; seçimlerimizin ne kadarı duyularımızın etkisiyle, ne kadarı çevremizin düşünceleriyle, ne kadarı bizim irademizin sonucunda oluşur? Gerçekten kendimize dışarıdan ve objektif olarak baktığımızda, bu seçimlerin büyük bir çoğunluğunun aslında bizim gerçek seçimlerimiz olmadığını görebiliriz. Ya anlık bir duygu boşluğunun bizde yarattığı ihtiyaç; ya bizi etkileyen yönlendirmeler; ya anıların izleri; ya bizde olmayanların peşinden gitmek; ya alışkanlıklar; ya da şartlanmalar vs..vs.. İşte bunlar üretmemize mani olarak, ürememizi tetikleyen unsurları içermektedir. Çünkü “Ben”in istek ve arzularının peşinden gitmek en kolay olmakla birlikte en tehlikeli olandır. Üretmek ise geniş ve çok boyutlu düşünceyi ve ayrıca bilgiyi gerektirir. O nedenle zorlayıcı, zahmetli ve uzun soluklu olup, beraberinde kalıcı olandır.
“Üremek ve Üretmek” üzerine uzun uzun tartışmak mümkündür. Her iki unsur da hayatın olgusudur. Mesele, koşullara göre hangisinin öncelikli olmasıdır. Bu koşullarda görünen şu ki, dünya nüfusunun üremeye değil, fakat mutlak “üretmeye” gereksinim duyduğu kaçınılmazdır.
                                                                                          Araştırmacı Yazar Nimet Erenler Gülkökü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder